25 Aralık 2010 Cumartesi

3. MANZUME ve ŞİİR ÖRNEKLERİ İNCELEME

Ders kitabında yer alan Nâbî ve Necâti Bey’e ait olan gazellerin incelenmesi:

Gazel

Cem’in tamama irüp devri câm kalmışdur
O câmdan da bu meclisde nâm kalmışdur

Rüsûm-ı lütf u kerem halk içinde mensidür
Fakat alıp virilür bir selâm kalmışdur

Rakip sâye-i lütfunda oldi perverde,
Aninçûn ey gül-i ter böyle ham kalmışdur.

Cihan içinde mûradun ne ise virdi kazâ,
Hemân bir almadığım intikam kalmışdur.

Ümid kâtip-i takdirden müsadedür,
Ceride-i emelüm nâ-tamam kalmışdır (Nabi)

Gazel

Tutalum zenbil ile gökden iner meh-pâreler
A begüm yerden mi çıkdı âşık-ı bî-çâreler

ihtiyat itmez misin andan ki ashâb-ı niyâz
Baş açub zârî kılub yerden göge yalvaralar

Câm-ı lâ'lünle şarâb-ı nâb hem-reng olmasa
Güvleyüb düşmezdi sâgar üstine âvâreler

Âfitâbum yüzün ağ alnun açıkdur gerçi kim
Sâye-vâr arduncadur bir nice yüzi karalar

Ey Necâtî çıkma yoldan aldanub güzellere
Şem' gibi sanma kim dâim önünce varalar (Necati Bey)

Buna göre 1. Gazelde ritim aruzla sağlanmıştır. Gazel, aruzun “mefâîlün/ feilâtün/ mefâîlün/ feilün” kalıbına göre yazılmış olduğu; kafiye şemasının aa/ ba/ ca/ da şeklinde olduğu; nazım biriminin beyit ve nazım şeklinin gazel olduğu belirtilir.
Gazelin;
1. beytinde artık eğlence meclislerinde eski eğlencenin kalmadığı anlatılmaktadır.
2.Beytinde halk arasında cömertlik ve iyiliğin unutulduğunu sadece selamlaşmanın kaldığını belirtir.
3. Beytinde sevgiliye seslenir rakibin , onun iyilikleri yüzünden ham kaldığını belirtir.
4. Beytinde her şeye kavuşulduğu ama kötülerden intikam alınamadığı belirtilir.
5. Beytinde Cenab-ı Allah’tan yapamadıklarını yapmak için izin istediğini belirtir.

1. ve 3. beyt alakalı.1. beyitte telmih, 3. beyitte nidâ sanatı vardır.

Necâtî’nin gazelinde de buna benzer özellikler vardır. Aruz kalıbı 3 fâilâtün 1 fâilün şeklindedir. 2. gazelin dilinin daha sade olması da bir fark olarak düşünülebilir.
Ders kitabındaki koşma incelenmesi:

Koşma

Ela gözlerine kurban oldugum
Yüzüne bakmaga doyamadim ben
Ibret için gelmis derler cihana
Noktadir benlerin sayamadim ben

Askin atesidir sinemi yakan
Lütfuna irer mi çevrini çeken
Kollarin boynuma dolanmis iken
Seni öpmelere kiyamadim ben

Terk eyledim agalarim beylerim
Bozbulanik seller gibi çaglarim
Anin içün ben ah idüp aglarim
Ayrilik oduna doyamadim ben

Kaldi deli gönül kaldi hep yasta
Mevla’ m erdir beni murada kasda
Asik Ömer eydür sevgili dosta
Allah’ a ismarladik diyemedim ben (Âşık Ömer)

Kafiye şeması abcb, dddb, eeeb, fffb şeklindedir. Nazım birimi dörtlüktür. Dili sadedir. Yarım kafiyeler kullanılmıştır. 11’li hece ile söylenmiştir. Demek ki şiirin nazım şekli koşmadır. Koşmada: “Noktadır benlerini sayamadım ben”; “Aşkın ateşidir sinemi yakan”; “Boz bulanık seller gibi çağlarım”; “Ayrılık oduna doyamadım ben” dizelerinde teşbih vardır. Şiirin teması aşktır.

İstiklâl Marşı:
İstiklâl Marşı’nın da kafiye şeması çizilir. Kafiyeler bulunur. Ölçü aruzun 3 fâilâtün 1 fâilün kalıbına göredir. Nazım birimi dörtlüktür. Halk şiirindeki koşma, semai ve ilâhiye benzer; ölçüsünün aruz olması sebebiyledir ki divan şiirindeki şarkı, gazel, kasideye benzer. İstiklâl marşı bu bakımdan serbest nazma dahil edilebilir. Şiirde al sancak Türk milletini sembolize eder. Çünkü milletten tek bir fert kalıncaya kadar bayrak dalgalanacaktır. Şiirde şafak, sancak ve ocak kelimeleri arasında tenasüp vardır. “Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım” dizesinde telmih sanatı vardır. “Korkma” sözcüğünde nidâ sanatı vardır. “Yüzen” sözcüğünde kapalı istiâre vardır. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dizesinde mecâz-ı mürsel vardır. “O benimdir, o benim…” dizesinde tekrîr vardır. “O benim milletimin yıldızıdır parlayacak” dizesinde açık istiâre vardır. “Çatma, kurban olayım…” dizesinde teşhis ve “ey nazlı hilâl”de nidâ, “hilâl” kelimesinde mecâz-ı mürsel vardır. …

İstiklâl Marşı’nda Âkif’in sanat anlayışı görülür.(*Millî Edebiyat döneminin dili ile söylenmiş. *Anlamın okuyucunun ruh hâline değil de metne bağlı olması. *Şiirlerine yansıyan toplumsal sorumluluk ve gerçek samimiyet. *Sanat için sanat anlayışı yerine sanatta faydayı gözetmesi, bu nedenle süslü bir anlatımdan kaçınması. Demek ki eser şiirden çok manzûme niteliği taşır.)
Yahya Kemal’in “Ok” isimli şiiri :

OK
Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı,
Bu yüksek tepeye dikti bu taşı
O gazi hünkarın mutlu gününde..

Vezir, molla, ağa, bey, takım takım
Güneşli bir nisan günü ok attı.
Kimi yayı öptü, kimi fırlattı,
En er kemankese yetti uç atım.

En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü.
Titrek elleriyle gererken yayı,
Her yandan bir merak sardı alayı.
Ok uçtu hedefin kalbine düştü.

Hünkar dedi 'Koca, pek yaman saldın,
Eğerci bellisin benim katımda,
Bir sır olsa gerek bu ilk atımda.
Bu sihirli oku nereden aldın? '

İhtiyar elini bağrına soktu,
Dedi İstanbul muhasarası,
Başlarken aldığım gaza yarası,
İçinden çektiğim bu altın oktur. (Yahya Kemal Beyatlı)

Bu metin bir manzûmedir. Çünkü burada olay, yer, zaman ve kişiler mevcuttur. Manzûme hecenin 11’li kalıbıyla yazılmıştır. Kafiye şeması abba, cddc,effe,… şeklindedir. Nazım birimi dörtlüktür. Şiirde tema kahramanlıktır. Şiirde tarihi bir olay anlatılmaktadır. Nazım şekli koşmadır. Şiirin konusu bakımından çeşidi epiktir.

Yahya Kemal’in hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Yahya Kemal rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır.
Necip Fazıl’ın “Şehirlerin Dışından” isimli şiiri:

ŞEHİRLERİN DIŞINDAN

Kalk, arkadaş, gidelim!
Dereler yoldaşımız,
Dağlar omuzdaşımız,
Dünyayı seyredelim,
Şehirlerin dışından.
Esmerden, sarışından
Kaçalım, kurtulalım!
Haydi yürü, bulalım;
Kat kat çıkmış evlerin,
O cam gözlü devlerin
Gizlediği âlemi! ;
Bir tüy gibi yel alsın,
Bir dal gibi sel alsın,
Bizden menhus elemi.
Attığımız naralar,
Yol açsın karanlıkta.
Çeksin bizi mağralar,
Bir derin ormanlıkta;
Öttürüp sert bir ıslık,
Yılanları çağralım.
Peşinden çığlık çığlık,
Çakallara bağralım,
ötelim baykuşlarla.
Kızıl akşamüstleri,
Hicret eden kuşlarla.
Sema, deniz ve yeri,
Çepçevre, iklim iklim,
Dolaşalım, gezelim!


Yollar bizden bir izdir,
Ne duysak sesimizdir.
Ne görsek benzer bize.
Hiç şaşmayan bir saat
Gibi işler tabiat,
Uyarak kalbimize.
Mevsimler boğum boğum,
Zamanın ipliğinde.
Başı görünmez doğum,
Sonu ölçülmez hayat...
Hayvan, nebat ve cemat,
Hepsi ilk gençliğinde.
Ölen ölür, yıpranmaz;
Giden, gider, aranmaz.
Böyle geçer ömrümüz,
Bir gün gelir ölürüz,
Haberimiz olmadan.
Ve o zaman, o zaman,
Hayat neymiş görürsün!
Bırak, keyfini sürsün,
Şehirlerin, köleler! ;;
Yeter bizi tuttuğu!
Tükensin velveleler!
Kalk arkadaş, gidelim!
İnsanın unuttuğu
Allahı zikredelim;
Gül ve sümbül hırkamız,
Sular, kuşlar, halkamız...

(Necip Fazıl Kısakürek/1926)

Şiirin şekil incelemesi yapılır. Kafiyeler ve ölçü belirlenir. Demek ki şiir 7’li hece ile yazılmıştır. Serbest nazımla yazılmıştır. Nazım birimi yoktur. Tema doğadır. Şehrin bunaltıcılığından kaçıp doğaya ve Yaradan’a sığınma söz konusudur. Konusu bakımından pastoral bir şiirdir.

Necip Fazıl’ın hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Necip Fazıl rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır. Bu şiirde tasavvufî bazı unsurlar yer almaktadır. Aynı zamanda şiirde mağara, orman, ıslık, yılan, çakal gibi doğal gerçeklikle ilgili unsurları kişisel duyguları ifadede kullanmıştır. “Mevsimler boğum boğum/ zamanın ipliğinde” dizelerinde imge vardır. “Haydi yürü, bulalım” dizesinde ise nidâ sanatı vardır. “Kat kat çıkmış evlerin/ O cam gözlü devlerin/ gizlediği âlemi” dizelerinde ise teşbih vardır. “Dereler yoldaşımız” dizesinde kişileştirme vardır. Metinle okuyucuya, bilinçsiz şehirleşmenin sahip olduğumuz bazı güzellikleri yok edişi, mesajı iletilmektedir.
Nazım Hikmet Ran’ın “Davet” isimli şiiri :

DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim... (Nazım Hikmet Ran)

Şiirde ahenk ses tekrarları ile sağlanıyor. Nazım şekli halk şiirindeki türkü veya divan şiirindeki müstezat benziyor. Şâir şiirinin 1. biriminde Türk medeniyetinin yolculuğundan bahseder. 2. birimde bu vatanın tamamen Türk milletine ait olduğunu belirtir. 3. birimde herkesin kendi ayakları üzerinde durmasını ve sosyal eşitliğin sağlanmasını ister.4. birimde ise insanlar eşit olduğunu ve kardeşçe yaşanması gerektiğini belirtir. Şiirde tema evrensel kardeşliktir.

Nazım Hikmet’in hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Nazım Hikmet rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır. Şiirde bazı söz sanatlarına da yer verildiği belirtilir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” isimli şiiri:

Bursa'da zaman

Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük sadirvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yasta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çesmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşiyor sihrini geçmis zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanin
Güvercin bakışlı sesszilik bile
Çinliyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzim olmuş hengamelerin
Nakleder yadini gelen geçene.


Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çesmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf nesesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bu şiirin 11’li hece ile yazıldığı belirtilir. Kafiyesi bulunur. Şiir serbest nazımla yazılmıştır. Çünkü nazım birimi dizedir. Tema Bursa’da zamandır. Şair “Güvercin bakışlı sessizlik” ifadesinde nesnel gerçekliği duygularını ifadede kullanmıştır. Tarih ve tabiat zaman kavramı üzerinde birleşir. Burada tarih, mimarî, felsefe gibi bilim dallarından yararlanılmıştır. Tanpınar’ın hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Tanpınar rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır. Tanpınar’ın genel olarak eserlerinde işlediği; rüya, zaman, musiki ve sağlam bir tarih bilinci bu şiirde de vardır. Şiirde Orhan zamanına telmih vardır. “Onunla bir yaşta ihtiyar çınar” gibi dizelerde de kişileştirme sanatı vardır. “Güvercin bakışlı sessizlik bile” dizesinde teşbih vadır. “Bursa’da eski bir cami avlusu/Küçük şadırvanda şakırdayan su…”gibi dizelerde de tenasüp sanatı vardır.
Johann Wolfgang von Goethe’nin “Sevgilinin Yakınlığı” isimli şiiri:

Sevgilinin Yakınlığı

Seni düşünüyorum, güneşin ışıkları denizden aksedince
Seni düşünüyorum, ayın pırıltıları kaynaklara vurunca.
Seni düşünüyorum, uzak bir yol üstünde tozlar havalanırken,
Karanlık bir gecede, dar bir tahta köprüde bir yolcu ürperirken.
Seni düşünüyorum, boğuk uğultularla orda yükselirken dalgalar.
Kulak kesilmek için koruluktayım, sık sık her şeyin sustuğu anlar.
Uzakta olsan bile ben senin yanındayım, sen de yakınımdasın.
Güneş batıyor, biraz sonra, beni ışıtacak yıldızlar
Ne olurdu burda
Yanımda olsaydın (Johann Wolfgang von Goethe)

11’li ve 5’li hece ölçüsü ile ritim sağlanmıştır. Şiir serbest nazımla yazılmıştır. Divan şiirindeki müstezatlara benzer. Nazım birimi dizedir. Şiir dilinde imgelere yer verilmiştir. (Derin geceler) Şiirin teması özlemdir. “Kırda sessizliği dinlerim gece/her şey susunca” dizelerinde tezat vardır.

*Özet : Şiir incelenirken Zihniyet, ahenk, dil, yapı tema, şiirde gerçeklik ve anlam, şiirde gelenek, yorum ve şairin hayatının şiire etkileri üzerinde durulmalıdır ki tam bir tahlil yapabilelim.

2. MANZUME ve ŞİİR

SİTEM
Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
Yâryâr
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın,
Tel tel çözülüp kalmışım
Yâryâr
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var ( Bedri Rahmi Eyüboğlu )

Şiirde, duygu ses akışıyla birlikte verilmiştir. "Yar" sözcüğünün sık tekrarı, -ar ve -ım uyaklarının değişik aralıklarla kullanılması ses akışını sağlamıştır. Sözcüklere yan anlamlar yüklenmiştir. Bireysel duyguların yansıtıldığı bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklikte çağrışım ön plandadır. Bu sebeple metin yapı bakımından "şiir" özelliği taşımaktadır.

Dizeleri cümleler şeklinde yazıp şiiri düz yazıya çevirmeye çalışalım:

"Önde zeytin ağaçları, arkasında yâr var. Sene 1946, mevsim son­bahar. Önde zeytin ağaçları neyleyim, dalları neyleyim, yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim."

Görüldüğü gibi ses akışıyla ve çağrışımlarla sağlanan duygu yönü, şiir, düz yazıya çevrilince bozuluyor. Çağrışım yönü güçlü olan şiirlerin düz yazıyla ifade edilmesi zordur ve anlam kaybına sebep olur. Sitem adlı şiirin olay örgüsünü çıkaramayız. Çünkü şiirlerde olaylar değil, olayların karşısındaki bireysel seziş, duyuş ve hayal dile getirilir. Bu şiirde amaç, bireysel duygunun anlatılmasıdır.
Şiirde, duygu anlatıldığı için soyut yönü ağır basar, çağrışım yönü güçlüdür, anlam çok yönlüdür.
Manzume ve Manzum Hikâye

KÜFE (Manzum Hikâye Örneği)

Beş - on gün oldu ki, mu'tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim, evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul'un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâl-hûrde, harab evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delilimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin?
Derken; On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bitâb düştü ta öteye.
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın

Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden, yavrum?
Ağzı yok dili yok,
Baban sekiz sene kullandı...

Hem de derdi ki:

"Çok uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz..."
Baban gidince demek kaldı, adetâ öksüz!
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?

Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü!
Fakat çocuk bana haykırdı, ekşitip yüzünü:
- Sakallı, yok mu işin.
Git cehennem ol şuradan?
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
- Bırak hanım, o çocuktur, kusura bakmam ben...
Adın nedir senin oğlum?
- Hasan
- Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan.
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?

Mehmet Akif Ersoy

Kelimeler:
mu'tâd: Alışkanlık
buhayre: Göl
lîsan-ı hâl: Hal dili
inkıyad: Uymak
İskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet
rükû: Eğilme
salhurde: Eski, asırlık
delil: Kılavuz, baston
zabit: Subay

* Metinde duygu, ses akışıyla birlikte verilmiştir.
* Her iki dizede bir değişen redif ve uyaklarla ve a a b b c c ... uyak düzeniyle ses akışı sağlanmıştır.
* Ritim, aruz ölçüsüyle sağlanmıştır.
* Sözcükler ağırlıklı olarak gerçek anlamıyla kullanılmıştır.
* Metinde anlatılanlar yaşanması mümkün olan olaylardır. Gerçek ha­yattan yapılan gözlemler bire bir anlatılmıştır.

Metni düz yazıya çevirelim:
"Ben on gün önce, alışmış olduğum gibi, sabahleyin evden erkenden çıkıvermiştim. Bizim mahalle, İstanbul'un kenarı demek, sokaklarında yüzme bilmeyerek gezilmez..."

Görüldüğü gibi metin düz yazı şeklinde anlatılmaya daha uygundur.

Metnin olay örgüsü:
1. Şairin mahallede yürümesi
2. Değneğe küfenin takılması
3. Hasan ve annesiyle konuşmaları
4. Hasanın okumak istemesi
5. Şairin oradan ayrılması

* Metinde yaşanmış veya yaşanabilecek olaylar anlatıldığı için olay ör­güsünü çıkarabiliriz.
* Bu metinde amaç, doğal gerçekliği bulunan bir konuyu anlatmaktır. Bu yüzden metnin anlatım yönü güçlü, çağrışım yönü zayıftır.
* Metinde somut anlamlılık ön plandadır.
* Bu metin yapı bakımından "manzum hikâye" özelliği gösterir.
Manzume

* Ölçülü ve uyaklı manzum parçalardır.
* Öğretici konular ve akılda kolay kalması istenen düşünceler bu nazım şekliyle yazılır.
* Estetik kaygı taşımazlar.
* Çağrışım yönü ve imgeleme zayıftır.
* Manzum hikâyeler birer manzumedir.
Manzum Hikâye

* Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir.
* Mensur hikâyelerdeki gibi olay, yer, zaman, kahramanlar vardır.
* Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir.
* Ölçü ve uyağa dikkat edilir.
* Anlam, alttaki dizelerde devam eder.
* Karşılıklı konuşmalara yer verilir.
* Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir.
* Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi'nden sonra girmiştir.
Manzume ve Şiir Arasındaki Ayırıcı Özellikler

("Sitem" ve "Küfe"yi dikkate alınız.)

* Şiirde anlatılanları düz yazıyla ifade edemeyiz, manzumede anlatılanları düz yazıyla ifade edebiliriz.
* Şiirde olay örgüsü yoktur, manzumede olay örgüsü vardır.
* Şiirde bireysellik duygu ve çağrışım ön plandadır; manzumede toplumsal konular yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar işlenir.
* Şiirde çok anlamlılık ve imge ağır basarken manzumede sözcükler genellikle gerçek anlamında kullanılır.
* Manzumeler genellikle didaktik metinlerdir.

Ğ. METİN ve ŞAİR

Bir şiir, onu kaleme olan şairin izlerini taşır. Şairin kişiliği, kültür biriki­mi, dünya görüşü, sanat ve hayat anlayışı şiirin oluşumunda etkilidir. Şairle ilgili bu özellikleri bilmek, şiiri yorumlamamıza yardımcı olur.

Bir şiir bire bir şairin hayatını anlatmaz, bu yüzden bir belge değildir.

Örnek:

ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?

Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca;
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi... ( Faruk Nafiz Çamlıbel )

Yukarıdaki şiirden hareketle, şair için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Şiirlerinde ölçü ve kafiyeye özen gösterir.
B) İçten, samimi, anlaşılır bir anlatımı vardır.
C) Halk şiir geleneğiyle divan şiiri geleneğini birleştirmiştir.
D) Halk şiiri geleneğinden etkilenmiştir.
E) Öze dönme, milli olma çabası vardır. ( Yanıt: C )

G. ŞİİR ve YORUM

Anlam, iletişim sırasında iletinin alıcıda uyandırdığı her türlü etkidir.
Her anlam bir bağlamda oluşur ve farklı bağlamlarda farklı algılanabilir.
Her şiirin anlamı birbirinden farklıdır ve şiiri her okuyan farklı bir şekilde anlamlandırır.
Bir şiirin çeşitli zamanlarda, farklı kişilerce değişik yorumlanabilmesi şiirin çok anlamlılığındandır.
Okurun bilgi, kültür seviyesi, zevk ve anlayışı, ruh hâli, yaşı, yaşadığı ortamı şiiri farklı anlamlandırmasında etkilidir.

Bir şiiri yorumlarken şunlara dikkat etmek gerekir:
-Şiirin yazıldığı dönemin şartlarına,
-Şairin edebî kişiliğine,
-Şairin bağlı olduğu geleneğin özelliklerine,
-Şiirin çok anlamlı olduğuna.

Şiirler çok anlamlılığını sözcüklere yüklenen yeni anlamlarla kazanır. Bu şekilde farklı yorumlanabilen, yoruma açık metinlere "açık metin" denir. Açık metinlerde, duygu, düşünce, olay ayrıntılarıyla anlatılmaz, boşluklar bırakılır; okuyucu bu boşlukları kendi istek ve beklentilerine göre yorumlar. Yorumlama yapılırken şiiri meydana getiren parçalar arasında ilişki kurulmalı, her parçanın bütün içindeki işlevi belirlenmelidir.

Örnek:

Hayır hayal ile yoktur benim alış verişim;
İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek.

Yukarıdaki şiirden aşağıdaki yargılardan hangisi çıkarılamaz?

A) Şair, görmediği şeyler hakkında konuşmaz.
B) Şairin sözleri hayal dünyasının izlerini taşır.
C) Şair, başkalarının hoşuna gitmese de doğruyu söyler.
D) Hayaller, gerçekleri çarpıtabilir.
E) Söylediklerimiz gördüklerimizden farklı şeyler olmamalıdır. Yanıt: B

F. ŞİİR ve GELENEK

Şiir geleneği daha önce yaşamış şairlerin eserleriyle oluşmuştur. Geleneği oluşturan şairler arasında sanat anlayışı bakımından ilişki vardır. Halk ve aydın, tarihi akış içerisinde kendi dilleriyle kendi şiir geleneklerini oluşturmuşlardır.

Bir toplumda kuşaktan kuşağa iletilen kültürel değerlere, alışkanlıklara bilgi, töre ve davranışlara gelenek denir. Düğün geleneği,mevlid geleneği,bayram geleneği. gibi.

Şiir geleneği daha önce yaşamış şairlerin eserleriyle oluşmuştur. Geleneği oluşturan şairler arasında sanat anlayışı bakımından ilişki vardır. Halk ve aydın, tarihi akış içerisinde kendi dilleriyle kendi şiir geleneklerini oluşturmuşlardır.

Mesela Murat Çobanoğlu, geleneği Türk edebiyatının başlangıç tarihine dayanan halk edebiyatının bir temsilcisidir. O, dörtlüklerle ve hece vezniyle şiir kozasını oluştururken içinde yaşadığı kültürel ortamın etkisiyle farklı kavramlara ve kelimelere yer vererek geleneğin içinde özgünleşmiştir.

Türk edebiyatında üç şiir geleneği vardır:

1- Halk Şiiri Geleneği ve Özellikleri

* Halkın içinden yetişmiş ve çoğu okur-yazar olmayan sanatçılar tarafından oluşturulmuştur.
*Şiirler, sade bir halk Türkçesiyle söylenmiştir.
*Nazım birimi olarak dörtlük kullanılmıştır.
*Hece vezni kullanılmıştır.
*Kafiyeye önem verilmiştir.
*Aşk, tabiat,tasavvuf,yiğitlik gibi konular işlenmiştir.
*Şiirler hazırlıksız olarak söylenmiştir.
*Genellikle yarım kafiye kullanılmıştır.
*Gelenek usta-çırak ilişkisiyle bugüne kadar gelmiştir.
*Koşma, semai, varsağı, destan, ilahi, nefes, mani, türkü gibi nazım şekilleri vardır.
*Halk şiiri geleneğinin en güçlü temsilcileri Karacaoğlan, Aşık Seyrani, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Erzurumlu Emrah,Gevheri'dir.
*Bu geleneğin son dönem temsilcileri arasında Aşık Veysel, Murat Çobanoğlu ,Aşık Reyhani, Aşık Şeref Taşlıova ve Aşık Mahzuni Şerif'nin önemli bir yeri vardır.

2- Divan Şiiri Geleneği ve Özellikleri

*Divan edebiyatı, saray ve çevresinde gelişen ve aydın zümreye hitap eden bir edebiyattır. "Klasik Türk Edebiyatı" ismiyle de anılır.

*Bu döneme ait şairlerin, şiirlerini topladıkları "divan" adı verilen birer defterleri vardır. Her şairin bir divanı olduğu için, divan edebiyatı ifadesi daha yaygındır.

*Divan şiirinin dilinde Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar sıkça görülür. Bu dönemin Türkçesine "Osmanlı Türkçesi" denir.

*Nazım birimi beyittir.

*Aruz vezni kullanılmıştır.

*Şiirlerde aşk, tabiat, din, tasavvuf gibi genellikle ferdi konular işlenmiştir.

*Şiirlerde konu bütünlüğüne ve bütün güzelliğine değil, beyit güzelliğine yer verilmiştir. Yani en güzel şiiri yazmak değil, en güzel beyti yazmak amaçlanmıştır

*Kaside, gazel, mesnevi, murabba, terkib-i bend, rubai, şarkı gibi nazım şekilleri vardır.

Gazel

Tahammül mülkünü yıktın Hulâgû Hân mısın kâfir
Aman dünyayı yaktın ateş-i sûzân mısın kâfir

Nedir bu gizli gizli ahlar çâk-i giribânlar
Aceb bir şuha sende aşık-ı nalân mısın kâfir

Sana kimisi canım kimi cananım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın canân mısın kâfir

Niçin sık sık bakarsın öyle mirat-ı mücellâya
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayrân mısın kâfir

Nedim-i zârı bir kâfir esir etmiş işitmiştim
Sen ol cellâd-ı din ol düşmen-i imân mısın kâfir ( Nedim )

Kelimeler: ateş-i suzan: yakıcı ateş, çak-i giriban yaka yırtmalar, şuh: sevgili, âşık-ı nalan: ağlayıp inleyen aşık, mirat-ı mücella: cilalı ayna, hüsn: güzellik, Nedim-i zar: dertli Nedim


3- Modern Şiir Geleneği

Bu geleneğin özellikleri şunlardır:

*Bu şiir geleneğinde şiirde ölçünün, nazım biriminin ve kafiyenin şart olmadığı savunulmuş ve ölçüsüz ve kafiyesiz şiirlerin örnekleri verilmiştir.

*Sanatlı söyleyişin yerine yalın ve tabiî söyleyiş benimsenmiştir.

*Her türlü konu işlenmiştir.

*Nazım birimi kullanılmamıştır.

*Serbest şiir tarzı benimsenmiştir.

*Şiirlerde sözcük dizilişi ve iç ahenk ön plandadır.

Örnek: MODERN ŞİİR

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum. ( Orhan Veli KANIK )

E. ŞİİRDE GERÇEKLİK ve ANLAM

Şiirde gerçeklikten söz edebilmek için önce, kısaca gerçeklik üzerinde durmak gerekir.
Gerçek, en kısa tanımıyla somut ve nesnel olandır.

Gerçeklik de, gerçekten hareketle kullanılan, gerçek olarak varolan şeylerin tümünü ifade eden bir kavramdır.

İnsan duyu organları aracılığıyla olayları, görünüşleri algılar, bu algıladıklarını kendince dönüştürür ve değerlendirir. Böylece nesnel gerçeklik algılanır. Duyularımızla algılananlar bilincimizde bir işleme tâbi tutularak kendince dönüştürür. Öyleyse her imge gücünü nesneden yani gerçeklikten alır.

Şiirde, daha yerinde bir ifadeyle sanatta gerçeğin dönüştürülmesi söz konusudur. Ancak bu dönüştürme bilimden, felsefeden ve gündelik hayattan daha farklıdır. Gerçeği ve gerçekliği görme, algılama ve kavramada kusurlu ve eksik olanların söz konusu dönüştürme işinde başarılı olamayacakları ortadadır.

Şiire özgü gerçekliğin temelinde yaşanan gerçeklik ve onun prensipleri vardır. Ancak buna bireysel yaklaşım söz konusudur. Birey, yaşadıklarıyla, sezgileriyle, tasarılarıyla, izlenimleriyle gerçekliği algılar ve kendine göre dönüştürür.

Gerçeklik her türlü bireyselliğin kesiştiği noktadır. Bilimsel ve pratik gerçeklik hayatın içinde paylaşılır.

Şiirde de doğal olarak, yazıldığı dönemde her türlü bilimsel ve pratik gerçeklikten yola çıkılarak, daha üst seviyede kapsayıcı bir gerçeklik kurulur. Bu kuruluşta, kişinin sezgileri, tasarıları, ha­yalleri, bilinçaltı zenginlikleri bir araya gelir.

Şiirsel gerçek, bireyin her türlü yetenek ve kazanımıyla her şeyi ve her hâli anlama, yorumlama ve değerlendirmesi sonucu ulaşılan bir üst gerçekliktir. Bunun için onda düşünce, sezgi, tasarım, coşku, izlenim vb. bir aradadır. Şiirsel gerçeğin ifade aracı da imge ve sestir.

İşte bu gerçekliğin ifadesinde dil göstergeleri yeni anlam ve değer kazanırlar, duygu ve çağırışım değerleriyle üzerinde durulan konuyu zenginleştirirler. Böylece zaman zaman adeta yeni bir dil ortaya çıkar.

Şiir öğretmeyi, anlatmayı, göstermeyi ikinci plana iter; çağrıştırmayı ön plana çıkarır. Çok defa kelimeler ses, söyleyiş ve anlamlarıyla kendi anlamlarının dışında başka şeyleri çağrıştırırlar. Çağrışım da kişiden kişiye değişir. Zaten şiirde dil, şiirsel işleviyle kullanılır. Böylece de yeni ve farklı bir iletişim aracı oluşur. Bu geniş anlamıyla edebî metindir. Şiir ise sözü edilen özelliklerin daha uygun görüldüğü ve yaşandığı metin türüdür.

Her şiir, her okuyucuda farklı duygular uyandırır. Ancak belirli dönemlerde yazılmış birçok metnin ortak yönleri olduğu hissedilir, belirlenir. Bir şiirin her okunduğunda yeniden yorumlanabilmesi yan anlam değeri bakımından zengin olmasına bağlıdır.
Şiir kendisine özgü bir iletişim aracıdır. Bu iletişimde yan anlam ve çağrışımlar daha önemlidir. Ama ne olursa olsun bir iletişim söz konusudur. Her iletişimde de gönderici alıcıya bir şeyler söyler, bir şeyler aktarır. Bu söylenen ve aktarılanların anlamı yoksa saçma olur. Çünkü anlamsız şey saçmadır.

Anlam; bir dil biriminin ilettiği, uyandırdığı, düşündürdüğü, sezdirdiği, çağrıştırdığı kavram, tasarım, düşünce ve sezgidir. Öyleyse şiirde anlam üzerinde durulurken şiir metninin ilettiği kavram ve bilgiden değil o metnin düşündürdüklerinden, sezdirdiklerinden, çağrıştırdıklarından söz etmek gerekir. Bu da dilin şiirsel işleviyle gerçekleşen iletişimin özelliğidir.

Bunun için şiirde yan anlam değerinden söz etmek gerekir. Yan anlam da sözlüklerde yazılmaz. İfadenin, söyleyişin coşkusu, çağrışım ve duygu değeri üzerine kurulur.

Yan anlam, geniş ölçüde dil göstergelerinin duygu değerine ve çağrışıma dayanır.
Şiir dili doğal dilden hareketle böyle bir anlam yaratmak ve iletmek üzere düzenlenir. Şiir dili, doğal dilden hareketle kurulan yeni bir dildir derken şiirdeki anlamın da ilk anlamdan bir sapma olduğunu söylemiş oluruz. Bu anlam da öğretmez, göstermez, çağrıştırmaz, hissettirir ve sezdirir. Bunun için şiirde yan anlam üzerinde durmak gerekir. Bu da dil birliklerinin ifade ettikleri duygu ve çağrışım değerinden gücünü alır.

. İnsanlar, gerçek hayatta var olan nesneleri, olayları duyu organlarıyla algılar; bu algılama insan bilincinde çeşitli işlemlerden geçer ve bireye göre farklı şekillere, durumlara dönüşür. Böylece "imge" oluşur.
. Şiirde bütün imgeler, gücünü gerçeklikten alır.
. İmgenin oluşumunda -gerçekliğin dönüştürülmesinde- bireyin yaşadıkları, sezgileri, tasarıları, kültürü, anlayış ve algılayışındaki farklılıklar etkilidir.
. Birey, günlük hayatta kullandığımız dil göstergelerine, günlük hayatta gerçekliği olan dil ifadelerine yeni anlamlar yükleyerek gerçekliği dönüştürür.
. Dönüşen ve değişen bu gerçeklik her okuru farklı boyutlarda etkiler. Bu etki ise okurun yaşına, eğitim ve kültür seviyesine, hayallerine, izlenimlerine, içinde bulunduğu duruma ve döneme göre değişir.
. Aynı gerçeklik, farklı sanatçıların elinde farklı şekillere dönüşür. Böylece şiirsel gerçeklik oluşur.
. Günlük dil ile şiir dili arasındaki temel farklılık, gerçekliğin ifade ediliş biçimidir.

Şiirde Gerçeklik ve Anlam Konusunda Örnek Metin İnceleme:

YAŞARKEN

Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor;
Umutların mola verdiği yerde
Geceler bir nehir gibi akıyor. ( Ahmet Muhip Dıranas )

Bu şiirdeki gerçekliği bulabilmek için, dilini çözümlemek, yapısı ve teması üzerinde durmak, temanın bireysel ve sosyal alanla ilişkisi üzerinde düşünmek gerekir.
Şiirde, yaşanan hayatla ilgili bir gerçeklik hareket noktasıdır. Dünyada insanlara her türlü nimet sunulmuştur. Umutsuzluğa düştüğümüz an bizi sayısız tehlikeler bekler. Bu cümleler gündelik hayatla ilgili bir gerçekliği ifade eder. Şiirde bu gerçeklik farklı bir söyleyişle ve farklı biçimde dile getirilmiştir.

Aşağıdaki iki dizeyi okuyalım:
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor.

Yukarıdaki dizelerde dünya nimetlerinin hemen hemen hepsinden söz edilmiştir. Bahçe, ağaç, meyve bolluğu, dünyadaki düşsel şeyleri ifade etmektedir. "Daha" kelimesi zamanla ilgilidir. "Bütün" de çokluk ve çeşitlilik bildirir. Her okuyucu bu dizelerden hareketle bildiği dünya güzelliklerinin tamamını düşünebilir. Bu bolluğa, bu güzelliğe rağmen insan umutlarını bir an olsa kaybetse sayısız tehlikelerle karşı karşıya kalır. Ama bu, şiirde umutların mola vermesi, "gecelerin nehir gibi akması" söz gruplarıyla dile getirilmiştir.

Yakandaki kıtada "bahçe" sözüyle belirli bir bahçe değil dünyadaki güzellikler ifade edilmiştir. "Bahçe, ağaç, yemiş, daha, bütün, sarkıyor" sözleri birlikte dörtlüğün ilk dizesine yeni bir anlam değeri kazandırıyor. Bu yan anlamdır. "Bolluk, bereket, güzellik, zenginlik" kelimeleriyle ilgili her türlü anlamı ve hayali düşündürür. Umutlar mola vermez, insan mola verir, dinlenir. Mola vermede; ara verme, akışı durdurma söz konusudur. Umutların mola vermesi", kısa bir sürede olsa insanın umutsuzluğa düşmesi yerine kullanılmıştır. Burada yolculukta verilen moladan söz edildiği "yerde" kelimesiyle belirtilir. "Gece, nehir ve akıyor" kelimeleri yalnızlığı, bir benzetmeyi değil, birlikte umutsuzluğun getireceği her türlü tehlikeyi çağrıştırır.

D. ŞİİRDE TEMA

Konu nedir?
Her yazım ve anlatımın temeli konudur. Konu, üzerinde konuşulan, yazı yazılandır. Konu günlük olaylardan alınabileceği gibi insanlar arası ilişkilerden, toplumsal gerçeklerden, sorunlardan, bilim ve teknolojiden, sanattan, kısaca yaşamın her kesitinden seçilebilir. Söz gelimi "aşk" duygusal, "eğitim" toplumsal, "optik" bilimsel bir konudur. Bu konular çok geneldir, bu ana konuların alt başlıklarla sınırlandırılması gerekir. Bilimsel bir konu aynı zamanda toplumsaldır; bu nedenle anlatım konularını kesin sınırlarla ayırmak güçtür. Yine konular; nesnel ise somut konular, nicel ise soyut konular diye de ayrılır. Konu alanı olarak toplumun her kesimi alınabilir. Örneğin, okul öncesi eğitimi konu alan bir yazı için köy, varoş, gecekondu, aydın kesim, Amerika, Japonya... gibi alanlardan biri seçilebilir.

Konu seçiminde göz önünde bulundurulacak özellikler şunlardır:
. Kişi, konu seçerken bildiği ya da ilgi duyduğu, araştırma yapabileceği konuyu seçmelidir.
. Konu, geliştirmeye uygun olmalıdır.
. Konu, bilimsel gerçeklerle çelişmemelidir.
. Konu, türlü yorumlara yol açmayacak kadar inandırıcı ve açık olmalıdır.

Tema -Tem nedir?
Bir sanat eserinin merkezinde yer alan temel duygu ve düşünce demektir. Konu ve ana düşünce ile yakınlığı nedeniyle onlarla karıştırılmaması gereken bir terimdir. Konunun somut nitelikli olmasına karşılık, tema soyut özellikler gösterir.

Bir eserin teması, onun konusu değildir. Konunun çok özel bir biçimde işlenmiş ayrıntısıdır.

Ölümün konu edildiği bir eserde "ölüm karşısında duyulan hüzün", bu eserin teması olarak ifade edilebilir. Bir şeyin edebiyat eserine konu edilmesi için, bir yazar veya şairin o konuyu seçmiş olması yeterlidir. Oysa tema, edebî şahsiyetin sanatçı yönünün, yorumlama gücünün bir göstergesidir.

Tema bütün sanat dallarının ortak terimlerinden biridir.

İnançlar ve kültürel değerler, herhangi bir temanın farklı toplumlarda, hatta aynı toplumda bile değişik biçimlerde ele alınmasına neden olur. Söz gelişi aşk teması, edebiyatın bir döneminde ince duyarlıkları ifade ederken, başka bir dönemde maddî hazların ifade aracı olarak işlenebilir.

Tema bir eserde, insandaki beyin gibidir. Eserde anlatılan her şeyde ve anlatma biçiminde temanın etkisi vardır. Edebî şahsiyetin eserini yazma amacı, doğrudan doğruya tema ile ilgilidir. Eğer bir eserin teması doğru belirlenirse, eserin doğru anlaşılma şansı da artar.

Bir eserin değerini konusu değil teması belirler. Bunun gerçekleşmesi ise, temanın düşünce dokusu ve yorumlanışı ile ilgilidir. Bir eserin konusunun nasıl yorumlandığı sorusuna bulunan cevap, temanın belirlenmesinde ipucudur.

Eserin bütününe hakim olan bir tema, iyi işlenmek kaydıyla, eserin sağlam bir kompozisyon kazanmasında etkili olabilir.

Tema soyuttur ve soyutluğun derecesi edebî şahsiyetin özellikleriyle yakından ilgilidir.
Tema, somut verilerle desteklendiği zaman eserin başarısı artar.

Bir edebî eser veya metin, birden fazla temadan meydana gelebilir. Fakat bunlardan biri veya birkaçı edebî eser veya metinde daha bir önem kazanmış olarak karşımıza çıkar. İkinci, üçüncü derecedeki temalar, asıl temayı besler, eseri zenginleştirir. Eserin daha iyi anlaşılmasını kolaylaştırır.

Şiirde Tema
Her eserin bir yazılış amacı, iletmek istediği bir mesaj vardır. Eserde iletilmek istenen mesaja "tema" denir. Şiirde daha çok duygu ve hayaller işlenir; bir şiirde yoğun olarak işlenen duygular ve hayaller şiirin temasını oluşturur. Şiiri oluşturan her birimin bir teması vardır. Bu temalar birleşerek şiirin ana temasını oluşturur. Şiirde işlenen temalar soyut bir kavram veya düşüncedir, bu soyut kavramlar şiir dışında da vardır. Şiirle somutlaştırılan temaya da "konu" denir. Aynı temayı işleyen birden çok şiir vardır. Ancak bazıları diğerlerinden daha başarılıdır; bunun nedeni, temanın işleniş biçimidir.
Şiirde işlenen temanın şiirin yazıldığı dönemle ve şairle ilişkisi vardır.

Örnek:

Mert dayanır, namert kaçar
Meydan gümbürgümbürlenir
Şahlar şahı divan açar
Divan gümbür gümbürlenir

Yiğit kendini öğende
Oklar menzilin döğende
Şeşper kalkana değende
Kalkan gümbür gümbürlenir

Ok atılır kalesinden
Hak saklasın belâsından
Köroğlu'nun narasından
Her yan gümbür gümbürlenir (Köroğlu )

Şairin şiirde iletmek istediği mesaj yiğitlik ve yiğitliğin gücüdür. Şair savaş tasvirleriyle yiğitliği somutlaştırmıştır.

Şiirin konusu "yiğitleri övme"dir.

Şiirin yazıldığı dönem ve şairle ilişkisi:
Köroğlu 16. yüzyılda yaşadığı sanılan bir şairdir. Bolu'nun Gerede ilçesindendir. Celâlî İsyanları'na karışmıştır. Sivas - Tokat arasındaki kervan yollarını kesmiş, aldıklarını fakir halka dağıtmıştır. Babasının intikamını almak için dağa çıkmış Bolu beyine karşı savaşmış; güçsüzleri, haksızlığa uğrayanları korumuş bir yiğittir.

Görüldüğü gibi şairin hayatında öne çıkan en önemli özellik yiğitliği; yaşadığı dönemin en önemli özelliği ise haksızlıkların olmasıdır.

Şiirin teması ve yapısı arasında ilişki vardır. Tema, şiirin yapısı ve anlatımıyla somutlaştırılır. Yapıyı meydana getiren ses ve anlam kaynaşmasından oluşan birimlerin tümü "tema"yla birleşir. Temayı bulmak için "Şair, bu şiiri niçin yazmıştır?" sorusunu sorarız, aldığımız yanıt bize temayı verir.

Ç. ŞİİRDE YAPI

Nazım Birimi : Şiiri oluşturan mısra gruplarına denir. Nazım birimi şiiri oluşturan yapı taşlarından biridir. Şiirdeki her bir satıra mısra denir. Tek mısralık dizelere mısra-ı âzâde denir.
Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur. (Ş.Yahya)
Şiir içindeki mısraların kümelenmesinden meydana gelen nazım birimi; kümede bulunan mısraların sayısına göre ad alır. İki mısralık öbeklere beyit; dört mısradan oluşanlara kıta veya dörtlük; üç, beş, ve daha fazla mısralı öbeklere bent denir.
Nazım Şekli : Kafiye örgüsüne ve mısra sayılarına göre manzumelerin aldığı biçime, sundukları görünüme nazım şekli denir.
Nazım Türü: Nazım şeklinin konusuna göre çeşididir. Örneğin: “Koşma “ şekli, koçaklama ise nazım türüdür.
KLASİK EDEB NAZIM ŞEKİLLERİ: Gazel, murabba, mesnevi, terkib-i bent, terc-i bent, rübai, kaside, şarkı, kıt’a, tuyuğ, müstezat...
TANZ.SONRASI TÜRK EDB. NAZIM ŞEKİLLLERİ: Sone, terza-rima,
HALK EDB.NAZIM ŞEKİLLLERİ:
a) Aşık Tarzı Halk Edebiyatı Nazım Şekiller: Koşma, semai, varsağı,
b) Tekke Edebiyatı Nazım Şekilleri: ilahi, nutuk, şathiye, devriye
c) Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: türkü, mani, ninni, Ağıt

DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
Nazım Birimi Beyit Olanlar:
GAZEL
*Aşk ayrılık hasret ölüm gibi lirik konuların işlendiği şiir türüdür.
*Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiştir.
*İlk beytine matla son beytine makta denir.
*En güzel beyite beytül gazel denir.
*Son beyitte şairin mahlası yer alır.
*Gazelin bütün beyitlerinde aynı konu işleniyorsa buna yek-ahenk gazel denir.
*Bütün beyitleri aynı güzelliğe sahipse yek avaz gazel denir.
*Beyit sayısı 5-15 beyit arasındadır.
*İlk beyit kendi arasında kafiyelidir.Diğer beyitlerin ikinci beyitleri birinci beyit ile kafiyelidir.Yani aa,ba,ca,da,ea şeklinde
KASİDE
*Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlere denir.
*İlk beytine matla son beytine makta denir
*Şair matla beytini kasiden her hangi bir yerinde yinelenebilir *Şair mahlasının bulunduğu beyte taç beyit denir .
*En güzel beytine beytü ,l kasid denir.
*En az 31(33)en fazla 99 beyit olur.

*Kaside belli bölümler halinde yazılır.
a) Nesib bölümü: Bahar mevsimi kış manzaraları betimlenir ya da kurban ve ramazan bayramı anlatılır.
b) Girizgah Bölümü: Nesib bölümünden asıl konuya geçmiş ifade eden bir veya birkaç beyittir . nükteli ince sözlerin söylendiği bölüm.
c) Medhiye bölümü: Asıl anlatılmak övülmek istenen kişi için denecekse açıklanır .Asıl bölümdür.
d)Fahriye bölümü: Şairin kendini övdüğü ve diğer şairlerle karşılaştırdığı bölümdür.
e)Tegazzül bölümü: Kasideyle ayni ölçüde ve uyakta gazel yazılır.
f)Dua bölümü: Şair övdüğü kişinin başarılarının devamlı olmasını ömrünün uzun olması için dualar eder iyi dileklerde bulunur.

Kasideler Konularına Göre de Değişik Adlar Alır.
Tevhid:'ın birliğini anlatan kasideler.
Münacaat:'a yalvarmak,dua etmek amacıyla yazılan kasideler.
Naat:Peygamberimizi övmek için yazılan kasideler.
Mehdiye: Devrin ileri gelenlerini övmek için yazılan kasideler.
Hicviye: Devrin yöneticilerini eleştirmek için yazılan kasideler.
Mersiye: Devlet büyüklerinin ölümünden duyulan üzüntülerin anlatıldığı kasideler.
Not: Kasideler "nesib" bölümünde işlenen konulara ve rediflerine göre adlandırılır.

MESNEVİ
*Mesneviler öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir.(savaş,aşk ,tarihi olaylar,din ve tasavvuf)
*Mesneviler Divan edebiyatında bir bakıma günümüzdeki roman ve hikayenin yerini tutuyordu.
*Beyit sayısı sınırsızdır.
*Her beyit kendi arasında kafiyelidir.(aa,bb,cc ,dd...)
*Aruzun kısa kalıpları ile yazılır.
*Beş mesnevinin bir araya gelmesiyle hamse oluşur
KIT'A
Belli bir uyak düzeniyle yazılmış olan,dizeleri arasında ölçü birliği bulunan;herhangi bir düşünce ya da duyguyu en az ikiden başlamak üzere,en çok on altı beyitte anlatan nazım biçimine denir.
*Gazelden farklı olarak matla beyti yok.
*Kafiyelenişi xa,xa,xa...
*Daha çok felsefi ve toplumsal düşünceler anlatır.
MÜSTEZAT
*Bir uzun bir kısa dizeden oluşan nazım şeklidir.
*Kısa dizelere ziyade denir.
*Aruzun bir tek kalıbıyla yazılır.
*Kafiyelenişi gazel gibidir.
*Makta beyti yoktur.

Nazım Birimi Dörtlük Olanlar
RUBAİ
*Dört dizeden oluşur. Kafiye düzeni aaxa şeklinde.
*Şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayatın anlamı ve hayat felsefesi ve ölüm gibi konular işlenir.
*Kendine özgü 24 kalıbı vardır. İranlılara aittir.

TUYUĞ
*Dört dizeden oluşur.
*Kafiyelenişi rubai gibidir.
*Aruzu Failatün,Failün kalıbıyla yazılır.
*Konu sınırlaması yoktur.
*Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
ŞARKI
*Beyitle okunmak için yazılan,dörder dizelik bentlerden oluşan nazım biçimidir.
*Dörtlük sayısı 3-5 arasındadır.
*Birinci dörtlükte 2 ve 4,diğer dörtlüklerde ise 4. dize tekrarlanır.Bu dizelere nakarat denir.
*Kafiye örgüsü abab,cccb,dddb gibi
*Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
*Günlük hayat,aşk,sevgi gibi konular işenir.
MURABBA
*İlk dörtlük kendi arasında kafiyelidir.Diğer dörtlükler ise 4. dize 1. dörtlük ile kafiyelidir.(aaaa,bbb a,ccca,)
*Felsefi konular ve aşk işlenir.

Bentlerle Kurulanlar:
TERKİB-İ BENT
*Bentlerde kurulan bir zaman nazım şeklidir.
*Her bent 7 ile 10bent arsında değişir.
*Bent sayısı 5 ile 10 bent arsında değişir.
*Gazeldeki gibi kafiyelenir.
*Her bent arasında vasıta beyti bulunur.
*Talihten,hayattan şikayet,dini tasavvufi ve felsefi düşünceler anlatır.
*Terkib-i bentlerde her bentten sonra vasıta beyti değişir.

TERCİ-İ BENT
*Biçim ve uyak yönüyle Terkib-i Bende benzer.
*Terkib-i Bentte değişen vasıta beyti Terci-i Bentte de değişmez.
*Vasıta beytinin aynen tekrarlanması bütün benlerde aynı konuyu işlemeyi zorunlu kılar.
*Felsefi konular,’ın kudreti kainatın sırları tabiatın zıtlıkları gibi konular işlenir.

BATI EDEBİYATINDAN ALINAN NAZIM ŞEKİLLERİ
SONE
*Genel olarak kısa şiir, türkü demektir.
*İki dörtlük ve iki üçlükten oluşan ,özel bir uyak düzeni olan nazım şeklidir.
*Tevfik Fikret ve Canap Şahabettin bu türü çokça kullanmışlardır.
*Kafiye örgüsü :abab,abba,ccd,eed

TERZA-RİMA
*Üçlü kıtalardan oluşan ve en sonu tek dizeye bağlanan bir nazım şeklidir.
*İtalyan edebiyatından bize geçmiştir.
*Kafiye örgüsü:aba,bcb,cdc,d

HALK EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ :
Aşık Edebiyatı Nazım Şekilleri :
Koşma : Aşık Edebiyatı’nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir. Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır. 11’li hece ölçüsüyle oluşturulur. Sözlü Türk Edebiyatın’daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir. Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü: abab cccb dddb cccb ... veya; aaab cccb dddb cccb ... veya; xaxa bbbc ccca ddda... şeklindedir. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer. Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı’ndaki Gazel ve şarkı’ya benzer. Türk Edebiyatı’nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni, Aşık Ömer ve Erzurumlu Emrah’tır. Koşmalar konularına göre dört çeşittir:
-Güzelleme: İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir.
-Koçaklama: Yiğitçe bir anlatımla söylenen, kahramanlık ve savaş konulu koşmalardır.
-Taşlama: Toplumun ve insanların eksik yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı’nda hiciv olarak adlandırılır.
-Ağıt: Ölüm ve doğal afetler üzerine özel bir ezgiyle söylenen koşmalardır. Ölüm konulu şiirlere Sözlü Türk Edebiyatı’nda Sagu, Divan Edebiyatı’nda Mersiye adı verilir.
Semai: Genellikle aşk ve doğa konusun işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8’li hece ölçüsü kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır. Karacoğlan’ın semaileri ünlüdür.
Varsağı: Biçim bakımından Semai’ye benzer. 8’li hece ölçüsü kullanılır. Toroslar’da yaşayan Varsak boyuna özgü olduğu ndan veya çıkış yeri burası olduğu için bu adı almıştır. Yiğitlik, meydan okuma, vuruşma gibi konular işlenir. Ayrıca varsağının söylenişi, semaiye göre daha yiğitçedir. “Hey, Bre” gibi seslenmeler görülür.

Tekke Edebiyatı Nazım Şekilleri

İlâhi: aşkının anlatıldığı, belli bir tarikata bağlı olmayan şiir türüdür. Değişik tarikatlara göre “deme, nefes, âyin” gibi adlar alır. Özel bir ezgiyle okunur. Şekil olarak Koşma biçimindedir. Yani dörtlüklerden oluşur. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer. Genelde 7’li hece ölçüsü kullanılır. Bazı ilahilerde aruz vezni kullanılmıştır. Aruz vezninin kullanıldığı ilahiler gazel şeklindedir.
Nutuk: Tekke Edebiyatı’nda tarikata yeni giren müridleri bilgilendirmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir.
Devriye: Evrenin ve insanın ’tan geldiğini ve yeniden ’a döneceğini anlatan şiirlerdir.
Şathiye: İnançlar üzerine şakalı bir biçimde yazılan şiirlerdir. Bu türün en tanınmış şairi Kaygusuz Abdal’dır.

Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri

Mani : Anonim Halk Edebiyatı'nın en yaygın şiir biçimidir. Genelde tek dörtlükten oluşur. 7’li hece ölçüsüyle söylenir. Bazı manilerde farklı ölçüler kullanılmıştır. Kafiye düzeni aaba (aaxa) şeklindedir. İlk iki mısra doldurma niteliğindedir. Asıl anlatılmak istenen son iki mısrada söylenir. Başka bir deyişle ilk iki mısranın,son iki mısrayla konu yönünden değil, ölçü ve kafiye yönünden benzerliği vardır. Genelde doğa, aşk, kıskançlık, yalnızlık, güzellik konuları işlenir. Bazı maniler, eş sesli kelimelerle kafiyelenebilir. Böyle manilere cinaslı veya ayaklı mani denir. Bazı manilerde ise asıl dörtlüğe, iki mısra eklendiği görülür. Bu tür manilere artık mani veya yedekli mani denir.
Türkü: Belirli bir biçimi yoktur. Çağdan çağa, yöreden yöreye, ezgisinde ve dizilişinde değişiklikler görülür. Her zaman bir ezgiyle söylenir. Ezgisine göre hoyrat, bozlak gibi adlar alır. Ana dizelerle bunlara eklenen ve devamlı yinelenen bölümlerden oluşur. Asıl bölüm olan ana dizeler, dize sayısına göre üçleme, dörtleme, beşleme gibi adlar alır. Yinelenen bölümlere kavuştak veya nakarat denir. Çoğunlukla 8’li ve 11’li hece ölçüsü kullanılır. Doğa sevgisi ve toplumu ilgilendiren genel konular işlenir. Toplumu etkileyen bir olay neticesinde türkü meydana getirmeye türkü yakmak denir.
Ninni: Annelerin, çocuklarını uyutmak için bir ezgiyle söyledikleri nazım şeklidir. Genellikle dörtlüklerden oluşur. 8’li ve 11’li hece ölçüsü kullanılmıştır. Bazı ninnilerde hece ölçüsüne dikkat edilmediği görülür. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Bazen aaaa, bbba... bazen aaab, cccb... şeklinde kafiye düzeni görülür. Annenin çocuğuna olan sevgisini, çocuğun geleceğiyle ilgili düşünceleri, yürümesi, konuşması, okuması, meslek sahibi olması, yalnızlıktan çekilen sıkıntı, gurbetteki kocaya duyulan özlem dile getirilir.
Ağıt: Ölenlerin arkasından duyulan üzüntünün dile getirildiği şiirlerdir. Dörtlüklerden oluşur. 11’li hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle uzun hava ve kırık hava denilen ezgilerle terennüm edilir. Ölenin ailede ve toplumda bıraktığı boşluk, birlikte geçen günlerin hatıraları, dostluk, yiğitlik konuları ele alınır. Koşmanın bir çeşidi olan ağıtla karıştırılmamalıdır. Aşık Edebiyatı’ndaki ağıtın söyleyeni bellidir.

Şiirler işledikleri konular bakımından altıya ayrılır:
Epik Şiir: Konusu savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi olan ya da tarihsel bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen uzuncu şiirlere denir. Aynı anlamda destanî şiir, hamâsî şiir, kahramanlık şiiri terimleri de kullanılır.
(Mohaç Türküsü – Y.Kemal Beyatlı, Mehmetçik – Fazıl Hüsnü Dağlarca – Üç Şehitler Destanı’ndan)
Lirik Şiir : İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiir türüdür. ( Divan ed. Da özellikle gazeller, murabbalar, şarkılar; halk ed. Da koşmalar, semailer lirik şiir türüne örnektir. ) (Lir: Bir çeşit saz. Rebâbî de denmiş. )
Pastoral Şiir : Doğa güzelliklerini, orman, dağ, yayla, köy ve çoban yaşamını ve bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Pastoral sözcüğü “çobanlara ilişkin” demektir. Türkçe’de bu anlamda râiyâne, rüstâî terimleri de kullanılmıştır. Batı ed. Da doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı bir biçimde anlatan şiirlere idil, konuşma biçiminde yazılan pastoral şiirlere de eglog denir.
(Bingöl Çobanları – Kemalettin Kamu)
Didaktik Şiir : Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Türk Edebiyatında ta’limî terimi de kullanılmıştır. Manzum hikayeler ve fabllar bu bölüme girer.

Örnek Şiir:

Nevruz’a

İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.
(Mehmet Akif Ersoy)

Başka Örnekler: (Seyfi Baba – M.Akif Ersoy, Karga ile Tilki – Orhan Veli)

Dramatik Şiir : Manzum olarak yazılmış tiyatro eserleri bu bölüme girer. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan manzumedir. Bu şiirler genellikle acıklı ya da korkunç olayları anlatırlar. Anlattıkları konuyu okuyucunun gözünde canlandırırlar. Dramatik manzumeler anlattıkları konulara göre şu çeşitlere ayrılır: Trajedi, komedi, dram. (Faruk Nafiz Çamlıbel ve Necip Fazıl Kısakürek’in bu türde eserleri vardır.)
Satirik Şiir : Toplumsal düzensizlikleri, kişilerdeki dalkavukluk, düzenbazlık, kendini beğenmişlik, mevki düşkünlüğü gibi huylar; devlet yönetimindeki umarsızlık, çıkarcılık ve beceriksizlikleri anlatan bunları yeren şiirlere denir. Divan ed.da hicviyeler, halk ed.da taşlamalar bu şiir türünün en güzel örnekleridir. Şeyhi, Bağdatlı Ruhi, Nef’i, Ziya Paşa güzel örnekler vermişlerdir.

C. ŞİİR DİLİ

Hemen hemen bütün sanatların özelliklede şiirin günlük dillerden oldukça farklı bir dili vardır.

Şair şiirini yazarken günlük dildeki sözcüklerden yararlanır fakat o sözcükleri özenle seçip onlara yeni bir üst kimlik kazandırır.

Bu sözcüklere mecaz anlamlar yükler. Şair yaşadığımız dünyayı olayları bizden farklı algılar ve onarı izlenimleerden, hayallerden ve simgelerden yararlanarak anlatır. Somut varlıkları soyutlaştırarak soyut varlıklarıda somutlaştırarak duygularına bir anlam derinliği kazandırmasını bilir. Bunu gerçekleştirmek içinde dil göstergelerine yeni anlamlar ve değerler yükleyip yeni bir dil oluşumu yoluna gider.
İmge

Şair duygu, düşünce, olay ve sezgilerine bilinen kavramlarla ilişkilendirerek anlatır. İişkilendirerek anlatmayı ise hissettirme, çağrıştırma, sezdirme gibi dil göstergelerinden yararlanarak yapar. Bu şekilde oluşturulan ses kalıplarına imge adı verilir.

Örnek:

“Yürü Serv-i revanım gidelim Sadabad’a”
Söz Sanatları

1. TEŞBİH (BENZETME)

Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen
c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
— Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.

—Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Benzeyen

—Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin

—Binalar kale gibi olduğundan içeri girilemiyordu.
B.tilen B.nen B.E

—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen

—Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen

—Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe! diye bağrıyordu.
B.tilen B.yen

2. İSTİARE (EĞRETİLEME)

Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

—Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
—Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
—Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
—Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
—Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
—Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
—Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
—Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
—Kurban olam,kurban olam,
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)

3. KİNAYE

Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
—Mum dibine ışık vermez.
—Hamama giren terler.
—Taşıma su ile değirmen dönmez.
—Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
—Ateş düştüğü yeri yakar.
—Yaptığı hatayı anlayınca yüzü kızardı.

4. MECAZ-I MÜRSEL (AD AKTARMASI)

Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
—İşe alınman için dün şirketle görüştüm. (İnsan)
—Yarın 9/H sınıfı sınav olacak. (Öğrenci)
—Toplantıya Milliyet Gazetesinin güçlü kalemleri de geldi. (Yazar)
—Nihat'ın golüyle tüm stat ayağa kalktı. (Seyirci)
—O evine çok bağlı bir insandır. (Ailesi)
—Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı. (Halk)
—İstanbul’dan kalkan uçak az önce Adana’ya indi. (Havaalanı)

5. TEŞHİS (KİŞİLEŞTİRME)

İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
—Güzel gitti diye pınar ağladı.
—Menekşeler külahını kaldırır.
—Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
—Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
—O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
—Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
—Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
—Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle zaman.

6. İNTAK (KONUŞTURMA)

İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
—Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
—Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
—Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

7. TECAHÜL-İ ARİF

Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
—Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
—Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
—Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.

8. HÜSN-İ TA’LİL

Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
—Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
—Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
—Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
—Benim kaderime ve yalnızlığıma
Irmaklar bile ağladı.
—Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
—Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
—Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
—Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.

9. MÜBALAĞA (ABARTMA):

Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
—Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
—Alem sele gitti gözüm yaşından.
—Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
—Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
—Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
—Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
—Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

10. TEZAT (KARŞITLIK)

Aralarında ilgiden dolayı,birbirine zıt kavramları bir arada kullanmaktır.

—Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
—Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
—Sana çirkin dediler,düşmanı oldum güzelin.
—Yükseğinde büyük namlı karın var,
Alçağında mor sümbüllü bağın var.
—Gülmek ol,goncaya münasiptir,
Ağlamak bu,dil-i hazine gerek.
—Karlar etrafı bembeyaz bir karanlığa gömdü.

11. TEVRİYE (AMACI GİZLEME)

İki değişik anlamı olan bir sözcüğün bir dize ya da beyitte iki anlamının da kullanılmasıdır.
—Tahir Efendi bize kelp demiz (Tahir:özel ad.)
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir.

—Bu kadar letafet çünkü sende var,
Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

—O güzel yüzün benli de,
Göğsün niye bensiz?
—Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş,
Ben yarime gül demem,yarim bana gülmedi.

—Beyefendi ailenin güneşi,sen de ayısın.

—Sen gittin yaslara büründü cihan,
Soluyor dallarda gül dertli dertli.

—Şu köpek leşi de şurda fuzuli,
O kadar içerlediysen tut kıçından
Vur yere de çıksın içindeki ruhi.

12. TELMİH (HATIRLATMA)

Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme sanatı.
—Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu.
—Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
—Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
—Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
—Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.
—Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,M
Çağırayım Mevlam seni.

13. TARİZ (TAŞ ATMA)

Bir kişiyi iğneleme,bir konuyla alay etme veya sözün tam tersini kastetmedir.
—Müftü Efendi bize kafir demiş.
—Tutalım ben ona diyem müselman.
—Lakin varıldıktan ruz-ı mahşere,
İkimiz çıkarız orda yalan.
—Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden.
—Tahir Efendi bize kelp demiş,
İltifatı bu sözde zehirdir,
Maliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp Tahirdir.
—Bir nasihatım var zamana uygun,
Tut sözümü yattıkça yat uyuma,
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye,
El için yok yere yanma.
—O kadar zeki ki bütün sınıfları çift dikiş gidiyor.

14. TEKRİR

Anlatımı güçlendirmek için bir sözü sık sık tekrar etmektir.
—Beni bende demen,ben değilim,
Bir ben vardır,bende benden öte.

—Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola oğlu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz.

—Ben güzele güzel demem,
Güzel benim olmayınca.

—Seni tanımadan önce ben,ben değildim,
Seni tanıdıktan sonra aslında bensizliğin sensizliğin olduğunu anladım.

—Gece midir insanı hüzünlendiren,
Yoksa insan mıdır hüzünlenmek için, Geceyi bekleyen?
Gece midir seni bana düşündüren?

Yoksa ben miyim seni düşünmek için,
Geceyi bekleyen?

15. TENASÜP (UYGUNLUK)

Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
—Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece,bu yıldızlar,bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

—Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. (Yahya Kemal Beyatlı)

—Arım,balım,peteğim,
Gülüm,dalım,çiçeğim,
Bilsem ki öleceğim,
Yine seni seveceğim,

—Güller kızarır o gonca gül gülünce,
Sümbül bükülür kıskancından kalül bükülünce

—Bu akşam ışık olduk,renk olduk,ses olduk,
Yeniden kışla olduk,asker olduk,tüfek olduk.

16. LEFF Ü NEŞR

Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili açıklama yapmaktır.
—Bakışların fırtına,
Duruşun durgun su,
Biri alabora eder,
Biri boğar.

—Gönlümde ateştin,gözümde yaştın,
Ne diye tutuştun,ne diye taştın.

—Ben bir sedefim,sen nisan bulutu,
Ver damlaları,al yuvarlak inciyi.

17. İSTİFHAM (SORU SORMA)

Anlatımı daha etkili hale getirmek için cevap alma amacı gütmeden soru sormaktır.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? (Mehmet Akif Ersoy)
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz? (Cahit Sıtkı Tarancı)
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
—Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
—Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

18. TEDRİC

Birbiriyle ilgili kavramların bir derece gözetilerek sıralanmasıdır.
—İki asker,mızrak mızrağa,kılıç kılıca,hançer hançere vuruşmaya başladı.
—Makbar,makber değil;bir türbe,türbe değil;bir mabet,mabet değil;bir küre,küre değil;bir sonsuz uzay.

19. NİDA (SESLENME)

Şiddetli duyguları,heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmadır.Daha çok ay,ey,hay,ah ünlemleriyle yapılır.
—Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü! (Arif Nihat Asya)
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
—Çatma kurban olayım ey nazlı hilal!

20. CİNAS

Yazılışları aynı,anlamları farklı sözcüklerin bir arada kullanılmasıdır.
—Niçin kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam götürseler asmaya.

—Göl kıyısındaki sazların arasında bir saz sesi geliyordu.

— Kara gözler,
Sürmeli kara gözler,
Gemim deryada kaldı,
Gözlerim kara gözler.

—Kalem böyle çalınmıştır yazıma,
Yazım kışıma uymaz,kışım yazıma.

—Böyle bağlar,
Yar başın böyle bağlar,
Gül açmaz,bülbül ötmez,
Yıkılsın böyle bağlar.

21 ALİTERASYON

Dize ya da mısrada ahenk oluşturacak şekilde,aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasıdır.
—Eylülde melül oldu gönül soldu lale
Bir kaküle meyletti gönül geldi bu hale.
—Seherde seyre koyuldum semayı deryayı.
—Kara toprak içinde kara karıncayı karanlık gecede görür.
—Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

22. SECİ

Düz yazıda cümle içinde yapılan uyağa denir.
—İlahi, kabul senden,ret senden;şifa senden,dert senden İlahi, iman verdin, daim eyle; ihsan verdin, kaim eyle.
—Ten cübbesi çak gerek, gönül evi pak gerek.
—Ey gönlümün nuru, gönüllerin süruru!
—De gül idim ben sana mail sen ettin aklımı zail. (Fuzuli)

B. ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTİM)

Ahenk: Ahenk kelimesi uyum anlamına gelmektedir. Edebiyatta ise kelimelerin birbiriyle ses ve anlam bakımından etkileyici bir bütün olması anlamındadır.
Şiirde ahenk;ustaca kullanılan ses akışı,söyleyiş,ritm,ölçü ve her türlü ses benzerliğiyle sağlanır. Şiirde ahengi sağlamak için ölçü,uyak,vurgu,tonlama gibi değişik unsurlar kullanılır.
Şiirde ahnegi sağlayan unsurları şöyle sıralayabiliriz:

Vurgu: Bir kelimede hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı,daha kuvvetli söylenmesidir. Vurgu hem kelimenin anlamını güçlendiren hem de şiiri ahenkli kılan bir unsurdur. Vurgulama ve tonlama şiirin ahengini ve etki gücünü bir kat daha artırır.
Ör:
Gök sarı toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen Toros Dağları

Tonlama: Anlatılmak istenen duygu veya düşüncenin daha etkili ifade edilebilmesi için ses tonunu değiştirerek okumaya tonlama denir. Böylece acıma,üzüntü,özlem,hayran-
lık,sevgi gibi duygular belirginlik kazanır.
Ör:
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan,
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.

Ölçü: Ahengi sağlamak şiire belli bir düzen vermek için şiirlerde çeşitli ölçüler kullanılır. Türk edebiyatında hece ve aruz ölçüsü olmak üzere iki çeşit ölçü kullanılmıştır.

a) Hece ölçüsü: Şiirdeki tüm dizelerin hecelerinin sayısının eşit olması esasına dayanır.
* Hece ölçüsü Türklerin bulduğu bir ölçüdür.
* Bilinen en eski Türk şiirlerinde de bu ölçü kullanılmıştır.
* 7’li, 8’li, 11’li hece ölçüsü kalıpları en çok kullanılan kalıplardır.
Durak: Ölçü kalıpları içerisindeki durma yeridir. Hece ölçüsünde duraklar sözcükleri bölmez.

b) Aruz ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin açıklık kapalılık esasına bağlı olan bir ölçü sistemidir. Sonu ünlü ile biten heceler "açık", sonu ünsüzle biten heceler de "kapalı" hece olarak adlandırılır. Ayrıca uzun ünlülü heceler ile dize sonundaki heceler daima kapalı kabul edilir.

* Aruz ölçüsünde duraklar sözcükleri bölebilir.

O be nim mil / le ti min yıl / dı zı dır par / la ya cak
. . - - / . . - - / . . - - / . . -
Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i lün

*Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir.Ulama kapalı heceyi açık yapar.

c) Serbest Ölçü: Herhangi bir sisteme bağlı olmayan ölçüdür.19.yüazyıl sonlarından itibaren edebiyatımıza girmiştir.

Uyak (Kafiye) ve Redif:

Uyak: Dize sonlarında bulunan ve görevleri farklı olan ses veya ek benzerlikleridir.
Redif: Mısra sonlarında bulunan aynı görevdeki ses, ek ve kelime tekrarlarıdır.

Her yalana kanmışım kafiye:’’an’’
Her söze inanmışım redif: ‘’mışım’’
Ben artık sevgiden de
Bıkmışım, usanmışım

Kafiye (Uyak) Çeşitleri

a) Yarım Uyak: Sadece bir ünsüzün benzeşmesiyle oluşan kafiyeye yarım uyak denir.

Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun

b) Tam Uyak: Biri ünlü biri ünsüz olmak üzere iki sesin benzerliğiyle oluşan uyağa tam uyak denir.

Ben gideyim yol gitsin,ben gideyim yol gitsin;
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak,tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumda bir tak olsun zulmetten taş kemerler

c) Zengin Uyak: En az üç sesin benzerliğiyle oluşan uyağa zengin uyak denir.
Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

d) Cinaslı Uyak: Aynı seslerden oluşan; fakat farklı anlamları karşılayan kelimelerle yapılan uyağa cinaslı uyak denir. Cinas bir kelimenin tekrarı değildir. Aynı kelimenin aynı anlamla tekrar etmesine redif denir.

Ör:
‘’Kalem böyle çalınmıştır yazıma
Yazım kışa uymaz kışım yazıma’’

Bu beyitteki ‘’yazıma’’ sözcüklerinin yazımı aynıdır; ancak birinci dizede kaderime anlamında ikinci dizede ise yaz mevsimi anlamında kullanıldığından cinaslı uyaktır.

NOT:Yazımları ve anlamları aynı olan iki sözcük redif;yazımları aynı ancak anlamları farklı olan iki sözcük cinaslı kafiye oluşturur.

NOT: Uzun okunan ünlüler iki ses değerinde kabul edilir.

Kafiye Şeması (Uyak Düzeni) ve Çeşitleri

Şiirler kafiye şeması (uyak düzeni) bakımından dörde ayrılır:

a) Düz uyak: Uyaklı kelimeler aaxa veya aaab şeklinde sıralanmışsa buna düz uyak denir.

Hiç anılmaz olmuş atalar adı
Beşikte bırakmış ana evladı
Kırılmış yetimin kolu kanadı
Zulüm pençesinden aman kalmamış

b) Çapraz uyak: Uyaklı kelimeler abab şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.

Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum
Yolumun karanlığa saplanan noktasında
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
Necip Fazıl Kısakürek

c) Sarma uyak: Uyaklı kelimeler abba şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.

En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü
Titrek elleriyle gererken yayı
Her yandan bir merak sardı alayı
Ok uçtu,hedefin kalbine düştü

d) Mani tipi uyak: Mani tipindeki şiirlerde kullanılan uyak türüdür. aaxa şeklinde uyaklanır. Tek dörtlük için geçerlidir.

Dağlarda kar kalmadı
Gözlerde fer kalmadı
Daha yazacak idim
Kağıtta yer kalmadı

Aliterasyon ve Asonans:

Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünsüzün tekrarlanmasından oluşan ahenge aliterasyon denir.

Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünlünün tekrarlanmasıyla oluşan ahenge asonans denir.

senin kalbiden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

"ü harfi ile asonans , s harfi ile aliterasyon yapılmıştır."

A. ŞİİR VE ZİHNİYET

UYARI
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.

KOŞUK
Tümen çiçek tizildi
Bükünden ol yazıldı
Öküş yatıp üzüldi
Yirde kopa adrışur

Kızıl sarig arkaşıp
Yipkin yaşıl yüzkeşip
Bir bir kerü yürkeşüp
Yalnguk anı tanglaşur

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Binlerce çiçek dizildi
O tomurcuklardan yayıldı
Çok yatmaktan üzüldü,
Yerden biter bitmez ayrışır.

Kızıl sarı ardı ardına
Yeşil menekşe açıyor
Birbirini sarıyor
nsan buna hayran olur.
Divanû Lügati’t Türk

GAZEL

(Mefa i lün / Fe i lâ tün / mefa i lün/ Fe i lün)

Saba Mesih-dem olup bahardan bu gece
Hata’ya benzedi gülflen nigardan bu gece

Sabuh içmedi gündüz çemende gül-ruhsar
Bu nergisün gözü nedür humardan bu gece

Müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki ba¤a haber geldi yardan bu gece

Ne dil-nevaz göründü vü hem de can efrûz
Murada erdi gönül rûzgardan bu gece
Ahmedî

İLAHİ

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk’ın bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yine yelmektir.
Yunus Emre

KOŞMA

Ala gözlerini sevdiğim dilber
Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün
Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış
Kısmeti olduğun kullar öğünsün.

Huri melek var mı senin soyunda
Kız nazarım kaldı usul boyunda
Kadir gecesinde bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.
Karacaoğlan

EKMEK VE YILDIZLAR

Ekmek dizimde.
Yıldızlar uzakta. tâ uzakta.
Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak.
Öyle dalmışım ki sormayın.
Bazen şaşırıp ekmek yerine
Yıldız yiyorum.
Oktay Rıfat

Farklı dönemlerde yazılmış şiir örnekleri okudunuz. Bu şiirler hangi dönemlerin sanat anlayışını yansıtmaktadır?
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde, içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Yukarıdaki ilk metin İslâmiyetten önceki dönem Türk şiirinin özelliklerini yansıtmaktadır.

Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyet’in kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır:

Divan Şiiri Geleneği
Halk Şiiri Geleneği
Modern Şiir Geleneği

1 - ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ

II. Ünite: Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)

6 - EDEBİYAT ve GERÇEKLİK

Bir edebî eserin temel özelliklerinden biri de sanatçının, eserinde meydana getirdiği dünyadır. Edebî eserde dış dünya, insan ve insana özgü özellikler kurmaca yoluyla dile getirilir. Bununla birlikte edebî eserlerde oluşturulan bu dünya tamamen hayalî değildir. Yani dış dünya dediğimiz gerçek dünya ile bağlantılıdır. Fakat gerçeğin tıpatıp aynısı da değildir.

Gerçeğin olduğu gibi yansıtılmaya çalışıldığı metinler, bilimsel metinlerdir. Nasıl ki bir ressamın yaptığı tablodaki görüntü ile o görüntünün gerçeği arasında "ressam farkı" varsa, edebî eserlerde de "yazar farkı" vardır. Sanatçı, görüp duyduklarından etkilenir, onları yeniden biçimlendirir ve hayalinde yorumlar. Bu yorumlamada şair ya da yazarın hayata bakışı aldığı eğitim, yaşadığı dönem, içinde yaşadığı çevre etkili olur. Ayrıca bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlar, edebiyatın gerçekliğine kaynaklık eder.

Edebî metinlerin özelliklerinden biri de dikkatlere sunulan olayın hayalî olmasıdır. Destan, masal, mesnevî, hikâye ve roman gibi edebî eserleri, tarih, biyografi, seyahat yazısı, hatıra ve benzeri eserlerden ayıran hususiyet de burada aranmalıdır.

Kısacası edebi metinde olay, tarihî ve yaşanmış olandan farklıdır. Hiçbir romanın tarihî ve yaşanmış olayı olduğu gibi dikkatlere sunduğu iddia edilemez. Gerçek dediğimiz şey, değişikliğe uğrayarak edebî eserin dünyasına girer. Bundan dolayıdır ki hayatın gerçeği ile sanatın gerçeği birbirinden farklıdır. En gerçekçi olduğu iddia edilen edebî eserler dahi yaşanmış olanı değil, gerçeğe uygun olanı dikkatlere sunar.

Kurtuluş Savaşı, tarihî bir hadisedir. Tarihçiler bu hadiseyi anlatırlar, romancılar da eserlerine konu alırlar. Tarihçinin çalışması bir fotoğrafa; romancının çalışması ise resme benzer.

İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız âlemin dışında edebî metinde yer alan âleme haricî âlem (kurmaca dünya) denir. Bu âlem, insanın hayalinde oluşur ve anlatma vasıtasıyla dışa aksettirilir.

5 - EDEBİ METİN

Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar:
Benzerlikler
Her iki anlatım yolu da iletişim aracı olarak dili kullanır. Gerek sözlü, gerekse yazılı anlatım duygu ve düşüncenin güzel ve etkili söylenmesine önem verir.

Farklılıklar
Sözlü anlatımda sözlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ses tonu, vurgu, tonlama ve söyleyiş biçimi ile jest ve mimiklere yer verilir. Yazılı anlatımda ise yazım kurallarına, noktalama işaretlerine uyulur. Sözlü anlatımda kısa cümlelere yer verilirken yazılı anlatımda daha uzun cümleler kullanılır. Sözlü anlatımda günlük konuşma dilinin olanaklarından yararlanılır, kısa ve devrik cümlelerle sözün gücü artırılır. Sözlü anlatımda dinlenilen konunun tekrarı yoktur; yazılı anlatımda tekrar tekrar metni okuma olanağı vardır.


Edebiyatın tanımı ile ilgili verilen bilgileri anımsamaya çalışınız.
Edebi metinlerin sanatçıların duygu, düşünce ve izlenimlerini dile getirmek için bir araç olduğunu biliyorsunuz.
Peki sanatçı niçin yazar?
Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır.
Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar.
Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.

Edebi eser nedir?
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:
*İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
*İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
*Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
*Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
*Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.

Edebî eserlerin yararları nelerdir? Bir edebî eseri okuduğunuzda neler hissedersiniz?
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekanda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.


OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI

Bu şiirde herkes kendi yaşantısından bir parça bulacaktır. Kimisi geçen günleri
hüzünle, kimisi de sevgiyle anımsayacaktır. Bu şiir sizde ne gibi duygular uyandırıyor?
Yukarıdaki şiirde şair, otuz beş yaşına varmakla ömrün yarısının geçtiğini ve her geçen gün ölüme biraz daha yaklaştığını hissetmekte ve bu konudaki kaygı, duygu ve düşüncelerini dile getirmektedir. Şair zaman zaman karamsar duygular içerisine düşmektedir. Ancak ölümün herkesin başında olduğunu bilerek bir ölçüde teselli bulmaktadır.
Şiirde geçen Dante, İtalyan şairi Dante Alighieri (Dante Aligeri)’dir. Dante 1265 - 1321 yılları arası yaşamış ve İlahî Komedya adlı eseri ile tanınmıştır.
Şiirde bazı sözlerin farklı anlamlarda kullanıldığına dikkat ediniz.
"Şakaklara kar yağması”, “gözler altındaki mor halkalar”, “uyudun uyanamadın”, “her yıl biraz daha benimsediğim” sözlerinin anlamları nedir?

6-EDEBİYAT VE GERÇEKLİK

Sanat ve edebiyat,her dönemde ve her yerde gerçekliğin sanat yoluyla ifadesidir.
Sanat,insanın doğayla ve insanla ilişkilerinin insana özgü özelliklerinden hareketle,dönüştürülüp değiştirilerek yorumlanması ve anlatılmasıdır.
Gerçek ve gerçekliğin insana özgü bir özellikten yola çıkılarak dönüştürülmesi,değiştirilmesi ve anlatılması söz konusudur; gerçek ve gerçekliğin dışına çıkmak söz konusu değildir.
Sanat, gerçeğin ve gerçekliğin bilimsel ve gün****k olandan farklı anlatılması sonucu ortaya çıkar.
Bu anlatımda değiştirme, dönüştürme ve yorumlama vardır.
Değiştirme, dönüştürme ve yorumlamanın amacı, insanı ilişkiler bütünü içinde daha iyi anlama ve yorumlamadır.
Bunun için her sanat eseri, insana özgü bir özelliği daha iyi ve daha güzel somutlaştırmak, yani görünür,anlaşılır,yorumlanır kılma gayretinin ürünüdür.
Düzenlenen bu olay örgüsü belirli kişiye,mekana ait olmadığı için yeniden yorumlanma ve farklı bağlamlarda yeni anlamlar kazanma özelliğini de yapısında taşır.
Soyut olan gerçek ve gerçeklik özünün somutlaştırılması bir bakıma onun bir sanat geleneği içinde yorumlanmasıdır.
Bu yorum ve anlatmada dönemin dili, felsefe ve bilim alanındaki tartışmaları, her türlü siyasi,sosyal ve kültürel olayları malzeme olarak kullanılır.
Edebi metin doğa bilimlerinden ve onların ortaya koyduğu her türlü veriden yararlanır.
Kültür bilimleri ürünlerini yorumlar ve değerlendirir.
Edebi metinlerin konusu insanın doğa ve kültürle, insanın kendi kendisiyle ilişkilerinde aranmalıdır
Her edebi metne böyle geniş bir yelpazeden yaklaşmak onun işlediği konuyu daha iyi kavramaya imkân verir.

Öğretici metin örneği:
TOROS DAĞLARI
Jeomorfolojik bakımdan Türkiye’nin Akdeniz kıyıları boyunca yaylar çizerek yükselen ve daha ötede Doğu Anadolu’nun içlerine doğru uzanan sıradağlar sisteminin genel adı. Kesim kesim değişik adlar alan Toroslar tektonik bakımdan çoğu yerde Torid, bazı kesimlerinde ise Anatolid ve kenar kıvrımları birimlerinin sınırları içindedir. Bugünkü yükseltilerine, Birinci Zamandan beri uzun ve karmaşık bir evrimi geçirdikten ve çoğu yerde aşınmalarla birkaç kez düzleştirildikten sonra Miyosenxi izleyen yakın dönemdeki epirjenik hareketlerle erişmişlerdir.
Geniş anlamda Toroslar, biri dış, öteki iç olmak üzere iki sıra meydana getirirler. Dış sırayı Kıbrıs Dağları ile onların uzantısı olan Amanos Dağları ve Güneydoğu Toroslar oluşturur. Daha kuzeydeki iç sıra ise Antalya Körfezi’nin iki yanında birbirine yaklaşarak uzanan Batı Toroslardan batıda Teke Yöresi dağları, Doğuda Sultan Dağları, Geyik Dağları Taşeli Platosu ile Uzunyayla arasındaki Orta Toroslardan Bolkar Dağları, Aladağlar, Hınzır ve Binboğa Dağları ve daha ötede Doğu Anadolu’nun iç kesimlerine sokulan ve eskiden Antitoros da denilen Doğu Toroslardan (Munzur, Karasu, Araş dağları) meydana gelir.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi

ÖĞRETİCİ METNİN ÖZELLİKLERİ
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Söz sanatlarına, kelimelerin mecaz anlamlarına yer verilmez.
3.Verilen bilgiler örneklerle ve tanımlarla pekiştirilir.
4.Daha çok nesnel cümleler kullanılır.
5.Açıklama, aydınlatma, bilgi verme amaçlarıyla yazılır.
6.Öğretici metnin anlaşılması ve yorumlanması için okuyucunun verilen bilgiyi kavrayabilecek birikime sahip olması gerekir.
7.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
8.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
9.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
10.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
11.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
12.Bu anlatım türü daha çok ansiklopedilerde ve ders kitaplarında kullanılır.

ÖĞRETİCİ METİN TÜRLERİ:

1-Tarihi metinler
2- Felsefi metinler
3-Bilimsel metinler
4-Gazete çevresinde gelişen metinler (Makale, deneme, fıkra, sohbet, röportaj, eleştiri)
5-Kişisel hayatı konu alan metinler (Hatıra, gezi, biyografi, otobiyografi,mektup, günlük)

Edebi metin örneği:
TOROS DAĞLARI
Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz’in üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilâlanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar. Örülmüşcesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık!
Biraz daha içeri, bir taraftan Anavarza’ya, bir taraftan Osmaniye’yi geçip İslahiye’ye gidilecek olursa geniş bataklıklara varılır. Bataklıklar yaz aylarında fıkır fıkır kaynar. Kirli, pistir. Kokudan yanına yaklaşılmaz. Çürümüş saz, çürümüş ot, ağaç, kamış, çürümüş toprak kokar. Kışınsa duru, pırıl pırıl, taşkın bir sudur. Yazın otlardan, sazlardan suyun yüzü gözükmez. Kışınsa çarşaf gibi açılır. Bataklıklar geçildikten sonra, tekrar sürülmüş tarlalara gelinir. Toprak yağlı, ışıl ısıldır. Bire kırk, bire elli vermeğe hazırlanmıştır. Sıcacık, yumuşacıktır.
Üstleri ağır kokulu mersin ağaçlarıyla kaplı tepeler geçildikten sonradır ki, kayalar birdenbire başlar. İnsan birden ürker. Kayalarla birlikte çam ağaçları da başlar.
Çamların birer billur parıltısındaki sakızları buralarda toprağa sızar. İlk çamlar geçildikten sonra, gene düzlükler vardır. Bu düzlükler boz topraktır. Verimsiz, kıraç... Buralardan Toros’un karlı dorukları yanındaymış, elini uzatsan tutacakmışsın gibi gözükür.
Yaşar Kemal

(İnce Memed)

Edebi metinlerde anlatılan gerçeklik sosyal hayattaki gerçekliğin aynısı değildir. Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Edebi metinlerdeki kahramanlar da çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.

Edebî metinler kurmaca metinlerdir. Sanatçılar çevremizde gördüğümüz olayları alırlar; kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra yazarlar. Dili farklı anlamlarda kullanırlar. Sözcüklere farklı anlamlar yüklerler, böylece duygu ve düşüncelerini daha güzel bir şekilde ifade etmiş olurlar. Yazdıkları eserleriyle bizim duygu ve hayal dünyamızı zenginleştirirler. Her edebî eser kendi içerisinde organik bir bütündür. Onun güzelliği buna dayanır. Mükemmeliyet eseri oluşturan unsurlar arasında kurulan ahenkten ibarettir, onu anlamak ve değerlendirmek için eserin dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekir.

4 - METİN

ALIŞVERİŞTE TERCİH, İNTERNET
Ankara (AA) Dünya nüfusunun onda birinin, internet üzerinden alışveriş yaptığı bildirildi. Tüketici araştırmasına göre dünyada 627 milyondan fazla kişi bugüne dek internetten alışveriş yaptı. Araştırmaya göre, sadece geçen ay 325 milyon kişi online alışveriş gerçekleştirmiş. Buna göre Almanya, Avusturya ve İngilitere’de internet kullanıcılarının yüzde 95’i internet üzerinden alışveriş yapıyor. Asya Pasifik Bölgesi’nde ise en fazla online alışveriş yapan ülkeler Güney Kore ve Tayvan.
Cumhuriyet Gazetesi (7 Kasım 2005)

ELEŞTİRİ
Yeditepe’nin 1 Ocak sayısında Mehmet Fuat’ın “Usta Sanatçı" adlı bir yazısı var. Karışık bir yazı, ama ben pek sevdim. Mehmet Fuat’ta bir değişme olduğunu sanıyorum. Eski yazılarında kesin sözler daha çoktu. “Şu şöyledir.” der çıkardı. Şimdi kaçınıyor. Daha doğrusu kaçınmıyor, gene kesin sözler söylüyor, ama bir sözü söyler söylemez tersinin de doğru olabileceğini düşünüyor. Bence, gerçekten düşünmek budur işte. Çok umudum var Mehmet Fuat’tan, günden güne ilerleyeceğini umuyorum.
Sanatın öğretici olmasını, sanat adamının toplum işleriyle uğraşmasını istemekten vazgeçmiyor. Mehmet Fuat, Şinasi’nin “Hasletâmüzi edeb” diye başlayan edebiyat tarifini de, “Tiyatro bir mektebi edebdir.” sözünü de imzalayabilir. Ama bundan başka bir şey olduğunu da seziyor, bir ustalık arıyor sanatta. Çok iyi bütün bunlar, düşünce alanının genişlemiş olduğunu gösteriyor.Dediklerinin hepsini doğru bulmadım.
Yazısına şöyle başlamış:
Sanat sanat için mi, yoksa toplum için mi? Bu konu üzerine ardı arası kesilmez tartışmalar olurdu eskiden, artık bir önemi kalmadı. Sanat toplum içindir diyenler daha ağır bastılar. Genç sanatçıların büyük bir çoğunluğu da onların peşine takılınca tartışmaların sonu alınmış oldu. Sanat sanat içindir sözüne artık kimse aldırmıyor.
Duralım. Önce şu “peşine” sözünü Mehmet Fuat’a yakıştıramadığımı söyleyeceğim. Açık, yalın bir Türkçeye özeniyor, Farsçadan alıp çoğu yanlış kullandığımız o “piş, peş” sözünü neden kullanır? Atıversin onu da... Gelelim dediğine. Onu söyler söylemez kendi de belli, pişman olmuş, dokunduğu tartışmanın önemini, öyle çabuk çabuk çözümlenecek bir konu üzerine olmadığını hatırlamış, yargısını hafifletmeğe çalışıyor. Şöyle diyor:
Aynı konu üzerinde iki zıt düşünce çarpıştı, biri öbürüne üstün çıktı, o kadar. Yenenin eksiksiz, yenilenin ise bütünü ile yanlış olduğunu kim söylemiş?
Ben, bu konularda, yenmenin, yenilmenin ne demek olduğunu pek anlayamıyorum. “Sanat sanat içindir.” diyenler yenilmemiştir, gene öyle söylüyorlar, bundan sonra da söyleyecekler. Mehmet Fuat kendi kendisiyle çarpışıyor, gene de saltık bir doğrunun bulunacağından, bir düşüncenin yanlışlığı gösterilip atılacağından umudunu kesemiyor. Biraz daha düşünsün, hiçbir doğrunun feda edilemeyeceğini, bir tartışmada kimsenin kimseyi yenemeyeceğini daha iyi anlar.
Nurullah Ataç
(Dergilerde)

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz, Göz yaşlarıma ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Orhan Veli

Yukarıdaki ilk metin gazeteden alınmış bir haber yazısıdır. İkinci metin bir eleştiri üçüncüsü de bir şiirdir.
Okuduğunuz metinler cümlelerden oluşmuştur.
Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraflar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur. Metinde paragraflar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraflar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraflar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraflar da vardır.
Paragrafların bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraflarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş , gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve “düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır. Kaynakwh:
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir.
Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.

Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.

METİNLERİN ANLATIM YOLLARI (İFADE ŞEKİLLERİ)

Duygu, düşünce ve hayallerin sözle ya da yazıyla güzel ve etkili bir şekilde anlatılmasına edebiyat denildiğini biliyorsunuz.
Demek ki edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü dile getirilmektedir. Bunlardan sözle yapılan anlatıma sözlü anlatım; yazıyla yapılarına da yazılı anlatım denir.
Sözlü Anlatım
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş vurgu, jest ve mimikler sözün etki gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı'nda; Kurtuluş Savaşı'nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum gibi türlere ayrılır.
Yazılı Anlatım
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz. Ayrıca cümle ve paragraflar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma başvururuz.

Yazılı anlatımda yazım (imlâ) kurallarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin açıklanıp örneklendiği, karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca, bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı) biçiminde yazılan eserlere mensur eser denir.
Yazılı anlatım nazım ve nesir olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Nazım
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılmasına nazım denir.
b. Nesir
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraflar hâlinde dil bilgisi kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak, saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ) kurallarına uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.

Güzel bir cümlede şu nitelikler bulunur:
Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca anlaşılmasıdır.
Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
Yalınlık (sadelik): Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile getirilmesidir.
Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.